Ana içeriğe atla

Into The Wild

 



    Uzun zamandır filmler hakkında yazı yazmadığımı fark ettim, hele de son zamanlarda bu kadar sık film izlerken. Hayret doğrusu izlediklerim hakkında sohbet etmekten de inanılmaz keyif alırım. Son zamanlarda filmlerin yanında eski Türk dizilerini izlemeye başladım. Artık yabancı dizilerde yeteri kadar sıcaklığı hissedemiyorum sanırım. Avrupa Yakası'nı izlemek uzun zamandır aklımdaydı. İlk yayınlandığında daha ilkokul öğrencisi olduğum ve ardından uzun zaman önyargılı yaklaştığımdan olsa gerek şu yaşıma kadar bakmamıştım. Bir başladım tam oldu. Şu an her yerde Gülse Birsel ve Şenay Gürler hayranlığımı dile getiriyorum. Her neyse konu dizi/filmler olunca konudan konuya atlamaya başlamışım yine. Bak ne anlatacaktım nelerden bahsettim. 


    Bu yazımda birkaç ay önce izlediğim, müziklerini ise sık sık dinlediğim film olan Into The Wild'den bahsetmek istiyorum. Filmimizin kahramanı tam anlamıyla bir gezgin. Öyle şimdikiler gibi sosyal medyadan göstermelik gezenlerden de değil hem de. Dibine kadar doğayı yaşayanlardan. Bu uğurda her şeyini satıp, parasını da bağışlayıp, dünyayla tüm iletişim araçlarını kesen, otostoplarla, kaçak tren gezileriyle ve zaman zaman yürüyerek Alaska'ya varmak isteyen bir gezgin. Yolculuğun amacının yolda olmakla birlikte bir yere varmak olduğunu düşünenlerden. Bu yolda yeni insanlar keşfedip, yeni deneyimler yaşıyor ve bunları da dönem dönem günlüğüne kaydediyor. Zorlu bir serüvenin sonunda neler olacağından tabii ki spoiler vermemek için burada bahsetmiyorum. Daha önceden izlemiş ya da konusu ilgisini çeken varsa izleyip benimle de fikirlerini paylaşmaya davet ediyorum. 

    Film gerek görüntüler gerek müzikler olsun beni çok içine çekse de uzunluğu dolayısıyla zaman zaman kopuşlar yaşayarak 2 günde izledim. Olayın gerçek olması da beni en etkileyen unsurlardan. Filmin gidişatında her ne kadar bende de kaçma, gidip gezme isteğiyle birlikte insanların sığlığından doğaya sığınma isteği uyandırsa da filmin sonunda insanın insana ne kadar ihtiyacı olduğunu ve sosyal bir varlık olarak yaratılmamızın yalnızlığa alışkın olmasının yeterince mümkün olmadığının farkına vararak otur oturduğun yerde dedim kendime. Kısa dönemli doğa yürüyüşleri neyine yetmiyor diye de fırça çektim. Bu nedenle sevgili dostlar ne kadar birbirimizle tartışsak da, darılsak da, barışmayı bilelim ve doğaya kaçma arzusunu birbirimizden kaçmak amacıyla değil de sevdiklerimizle şehirden uzaklaşıp birbirimizi dinleme amacıyla yapalım. 

    Bir de bağlantıya eklediğim şarkı filmde çalan en sevdiğim şarkı oldu. Dinleyin bakalım, size de etki edecek mi?






Yorumlar

  1. eskilerden yalancı yarim varmış onu izlicem ben de :) yağmur zamanı izledim tamer karadağlı, çok sevdim diziyi :) into the wild güzel tabii :) sondaki şarkı demişsin linki gözükmüyor :) doğa deyince bugün 21 aralık doğa paganları wiccanların günü kış dönümü :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yalancı Yarimi çok severim, Barış Akarsu için izliyorum ara ara. Yağmur Zamanı'nı duydum ama izlemedim hala, eski Türk dizilerini izlemek aile sıcaklığı gibi hissettiriyor. Wiccaları daha önce duymamıştım, onların da günü kutlu olsun :))

      Sil
    2. Ah bir de şarkı linki görselde :))

      Sil
    3. eveet pekiii vedder :)

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

2021 Hedeflerim Mimi

      Yeni yıla  sayılı günler kala Konumuz Kitap blogunda yayımlanan 2021 hedeflerim miminden esinlenerek amaçlarımı beni teşvik etmesi için yazmaya karar verdim. Ayrıca onun 2021 Hedefleri Mimi için buraya tıklayarak okuyabilirsiniz 💖 İsteyen herkesi bu mimi yapması için davet ediyorum :)

Sonu Gelmeyen Planlar

   "Hayat; siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir." 

Emek ve Değer

       Haftasonu ablamların ittirmesiyle Ege'de ilk kez zeytin toplama işine giriştim. Hem evde boş boş oturup ekran süremi daha da arttırmayıp hem de oksijen alayım dedim. Tedbili mekanda ferahlık vardır sözüne uyup çıktık yola. Başlarda her şey çok güzel gidiyordu, tırmıklarla zeytinleri indirmeler, biraz sitemler ve söylenmelerle yere saçılanları toplayıp kovalara doldurmalar... Ama normal yaşantımda az hareket edip spor da yapmayan, fiziksel aktivitesi sadece bir odadan bir odaya yürümekle sınırlı olan biri olduğum için malumunuz 1 saatte yorulmaya başladım. Hırslıyım ama devam ettim, sıcağı sıcağına fiziksel ağrı da pek hissedilmiyor. Oradan oraya koşturup durdum. Acısı bir gün sonra çıkacakmış fark edemedim.      Açık havada en sevdiğim şey kahvaltı, sohbet muhabbetle kahvaltı da edildi. Çaylar, kahveler de içildi. Kahve içip bir yandan zeytinleri dalından ayırırken de bu miniğe rastlandı. Sarılmış bir zeytin dalına kamufle etmiş kendini. Dalından ayırınca üzüldüm biraz, bıra

Sıcak Ev

  ...O sıcak evimiz, artık buz gibi Dört duvar üstüme geliyor sanki Her şey öylesine anlamsız boş ki...